Kabuk tutmayan yaraları
harfsiz bir şefkatle yalarken dil,
azı dişlerini bileyliyor, kandan bir biley taşı.
Boşlukları dolmasa da bir bilmecenin,
cevap anahtarına bakmanın
gururdan sayıldığı
bir 'dur'u yükleniyordu cümleler..
Git'ti,,, oysa ki giderken kendi yolunun taşlarına.
Gel'di,,, istenilen zamanlarda, istediğince..
Sar'dı,,, yara bandı kıvamında koruyan,
bir anne yumuşaklığında saran sarmalayan..
Ve bir huzur evi kapısı kadar arşınlanmış,
gözleri camlardan damlayan
mevsimler kadar yorgun
ve sıcak bir affedişler Tanrıçasıydı.
Boynuna geçirilmiş azı dişlerinden
son dakikalarını soluyan..
Öl'dü,,, bilmem kaç kez dirilmenin bedeli..
Yakaların, yalnızca gömleklerde bir araya gelişi gibi
ölüm ve hayatın birleşmesiydi, doğan ''ölü yaşam''.
Baskındı bütün acımasızlıklar gibi..
Ay'ın gözlerinden öpülen sarhoşlukla,
bir dilek taşına dönüyordu yıldızlar..
Ayakları kaydıkça boşluktan birer birer
elmanın içinde konuşlanmış kurt gibiydi
yüreğin feryâdından beslenen, semiren..
*
Şimdi gitmenin gitmek
kalmanın kalmak olmadığı
garip bir ülkenin muhaciriyim
şaşkınlığın gözlerinden dökülen..
Sıcak bir somunun kokusunda gizlenen
açlık kadardı, kabuksuz yaralar..
Yürüdükçe aralıklarında hayatın
ucundan kıyısından koparılan dostluklaraydı
seve isteye verilen,
sevmeye istemeye yalnızlaşan,
derken,
yalnızlığa seve isteye koşan,
sarılan.
*
*Seher* (Tüm Zamanların..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder