İnsanın, hayvan anaatalarından (Alâeddin Şenel'in ifadesidir) miras kalan, koltuk altı ve genital bölge kılları, sanırım beyninin kıvrımlarında da bir şekilde yaşamını sürdürüyor.
Şimdilik böyle, gelecekte ne olur bilinmez ama; beynin kıvrımlarında yaşamını sürdüren, temizlenmediğinde eziyete sebep olan düşünce ve duygu fazlalıklarını, sık aralıklarla elden geçirmek -ki burada ''el'' önemlidir-
Kendimi bildim bileli, elime aldığım her ne iş olduysa, lâyıkıyla yapmaya çalışmışımdır.
Çocukluğumda bile huzursuz ederdi beni, olmamış her şey. Gece herkes uyurken kalkıp, kibrit yakıp koltuk örtülerini düzelttiğimi; evcilik oynarken tam anlamıyla nizami bir ev düzdüğümü ve bebeklerime gerçek bir anne olmaya çabaladığımı; yattığımda pembe bir tavşan, toprak rengi, yüz çizilmiş, sallayınca çekirdeklerinden ses çıkan bir su kabağı, siyah gri renkte şirin mi şirin bir eşek, yatırınca gözleri kapanan, mis (silgi gibi :) ) kokan siyah, kısa, kıvırcık saçlı bir bebek, benden önce yastığıma dizilir ve üstleri örtülürdü. Sırtım açıkta, onları rahatsız etmemeye çalışarak uyurdum.
Bu ömrümce her konuda böyle sürdü gitti..
Ve bugün, 56 yaşını bitirmiş, 57 yaşımın içinde gözü yaşlı, kalbi kırık ve kederli, yaşam ormanımın içinde o temiz havamı derin derin soluyarak ve gözlerime yağması için izin vererek salınırken anladım: Ben sevgide de aynıymışım.
Ve hayatım boyunca biriken insanların içinden, 19 yaşımda omzunda -en az- bir saat dans ettiğim o Çetin insanmış aradığım, İthakam.
Beni gerçekten seven ve kim bilir, bunca yıl sonra ancak anlayabildiğim şey doğruysa, o buluşmayı plânlayan, dansı bitirmek zorunda kaldığımızda, o hâlâ delicesine sevdiğim parfüm kokusunu (F.K) üzerime sinmiş bulduğum kişinin sevgisine ekmek gibi, su gibi ihtiyacım var. O kokunun sinişinin bile farkında değildim. O orman gözleriyle bana bakıp, gülümseyerek ''Parfümün üzerime sinmiş,'' dediğinde ben de kazağımı koklamış ve ''Evet, senin parfümün de benim üzerime sinmiş,'' demiştim.
Başkasını sevdiğimi ''zannederken'', ona sadece iyi bir arkadaş gözüyle, hattâ kardeş gibi baktığım ama içten içe o gözleri, tarzı, zevkleriyle de beğendiğim benden üç yaş küçük bir delikanlıydı.
İnsanın yaşamın sonuna dayandığında, bir kez daha ama, bu kez istediği gibi yaşama şansı olmalıydı. Gerçekten büyük bir acımasızlık, her şeyi ulaşamamacasına yitirmek.
Ne yapardım, diye soruyorum kendime..
Bugüne değin biriken tecrübemle -hem düşünce, hem de duygu dünyamdan damıttığım her şeyle- isteyeceğim tek şey olurdu.
Tam da o gün, o omuzda, hiç vakit kaybetmeden başlayacağım dansı, tek bir beden olarak nihayetlendirip, son nefesimi seve-isteye, bilinçle ve sarsılmaz bir kararla vermek isterdim.
Bu kadarcığına hakkı olmalıydı insanın.. Olmuyor.!
*
Hayatımda hep üzüldüm ama kahredici olansa, tek seni üzdüm..
Seni bugünkü aklımla seviyorum. Ama biliyorum ki, ne sen o'sun artık, ne de ben..
Yine de evrenin bir yerlerinde belki o dansın devam ettiği bir yer vardır diyerek, buraya bırakayım, bitmek bilmeyen gecelerimi..
Kabuk kabuk sıkıştırılmış, uzun bir hayatı ölmekteyim.
''Bir sözcük'' uğrunaydı ''koca'' bir ''bedel''..
Sürgün rengi esaretim hadi artık yeter, gel.!
Ben bir deniz kabuklusu.
İçimdeki yaşamı öldürdüler;
sözlerim, yüreğimin uğultusu..
Beyin, her türlü bilgiyi alma kapasitesine sahiptir ama, kusamaz. Kalp de öyle.
İkisi arasında yaşadıklarımızdır bizi ''biz olmaya davet eden.
Zihnimi yağmur kokusuyla doldurdum. Küf yeşili duvarlarım pul pul döküldü.
En trajikomik gelen şeylerden birisi: kavramların içinin, sünger kırpıklarıyla doldurulması. Gerisi, vurgun.!
Ben acılarımın çevresine öyle bir sur örerim ki, acı veren/ler bile sızamaz. Gücümü sadece kendimden alırım. Kendimi seviyorum ve kendime güveniyorum. Abukluklara tahammülüm olmadığı için, o, çokça paylaşılan ama içi boşaltılmış söz, benim mottomdur: ''Az eşya, az insan >>>>>huzur''
*
Akıllı Yıllar.
O kadar beyazsınız ki, kirleriniz sırıtıyor.
İnsanlar, ön yargıları sebebiyle, heyecanlarını, hayretlerini kaybetmenin kofluğunu yaşıyor..